Kasım 20, 2015

#filmfest #muff2015 #iyiki #keşke hastagleriyle geçen minik bir film festivali yazısı

..ve yıtık kotlardan gıcık kumaş pantolanlara geçiş.. Ama keşke bu kadar keskin olmasaydı bu geçiş.

MUFF2015..
1 ay öncesine kadar pek de ilgilenmediğim bu kısaltma bu sene 6. sı düzenlenen Malatya Uluslararası Film Festivali oluyor. Ama bugün gelip sorsanız, yılda 1 kez az, 3 kez yapılsın diyeceğim kadar keyifle ama yorgunlukla, ama dolu dolu, ama çok güzel, bol mesaili, ama çok kısa, çok keşkeli, bol tüh'lü, bol kahkahalı, hiç sıkıntılı, çok kahkahalı bi dönem yaşadım derim sayesinde. İlk görevlendirildiğim günkü cümlelerimle son gün kurduğum cümleler akla kara adeta. Bu festivale belki çok çok geç dahil olduysam da çok ama çok güzel insanlar tanıdım. İyi ki de tanıdım.

4. yılımı bitirmek üzere olduğum memuriyet hayatımda oldukça kasıntı, soğuk insanlarla çalışma durumunun, bünyeme ben farkına bile varmadan katmış olduğu o resmiyeti aradım ilk günlerde. Sonra baktım millet çok samimi. Ben de zaten üstüme ilk günden beri o hiç yakışmayan memur halinden çıktım birden. Bi laptop ve yazıcı yardımıyla 'yaka kartı' basmakla görevlendirilen ben, (askeriye mantığı; butonu olan her şey bilgisayar mühendisini ilgilendirir, ehliyetin varsa da şoförsündür) ilerleyen günlerde ofise (daireye değil, ofise) daha mutlu, daha hevesli gitmeye başladım. Sonra çeşit çeşit insanla tek tek muhatap oldum. Benim yaka kartım neden dikey değil de yatay olayına gerçekten üzülüp bunu dile getiren basın konuğundan tutun da, tuvaletler ne tarafta sorusuna bilmiyorum diye yanıt verdiğim için ifadesiz botokslu yüzüyle "aaaa" diye tavır yapan Malatyalı kodaman eşi otel konuğu ablaya kadar, bi bakışıyla sizi gülümseten çok ama çok güzel konuklar gördüm. Arada kaçıp İstanbul'a, Eskişehir'e gitsem de, bu kendileri güzel, muhabbetleri güzel hocaları sadece dinleme şansım olsaydı keşke dedim. Gala ve kapanış programlarının sunuculuğunu üstlenen Yekta Kopan'la 5 dk lık bir prova şansı yakaladım. Bomboş salonda da o sahneye çıksam yine heyecanlandım, hem çok sevdiğim hem çoğu şeyine çok kızdığım Malatyamda aslında güzel şeylerin de yapılabiliyor olduğunu gördüm. Gördüm, öğrendim, sevdim.

Bendeki durumları bi kenara, gelelim festivale. Geçtiğimiz yıllarda katılmadım o yüzden bu kıyası kendim yapmıyorum, fakat önceki yıllarda çalışan ve katılan insanların söylemleri bu sene etkinliklerin, içeriğin çok daha zengin oluşu şeklindeydi. Malatya'da hizmet veren Avşar ve Yeşil Sinema Salonlarındaki gösterimlerin yanı sıra, konteyner kent ve Hilton Oteli'nde de belgesel ve çeşitli filmlerin gösterimleri oldu. Bunun yanı sıra İnönü Üniversitesi'nde de çeşitli gösterimler gerçekleşti. Özellikle yabancı basının Suriye halkı için inşa edilen konteyner kente yaptığı ziyaret, konuklar için düzenlenen çeşitli geziler (evet hiçbirine katılamadım, evet Malatya'da yaşıyorum ama hala Nemrut'u görmedim, ve evet seyir terası çok güzelmiş, onu da görmedim), engellilerin filmlere ve belgesellere rahat erişmelerine imkan verecek alanlarda gösterimlerin yapılması, her şey çok beğenildi.

Gelelim filmlere, ödüllere..

6-12 Kasım tarihlerinde gerçekleştirilen festival kapsamında Ulusal Uzun Metraj, Uluslararası Uzun Metraj ve Ulusal Kısa Metraj alanında yarışan finalistlerinin yönetmen, yapımcı ve oyuncularının birçoğu Malatya'daydı. 

Ulusal Uzun Metraj Finalistleri
Abluka / Frenzy
Sarmaşık / Ivy 
Kar Korsanları / Snow Pirates
Nefesim Kesilene Kadar / Until I Lose My Breath
Yarım / The Half 
Çekmeceler / Drawers 
Eksik / Lack
91.1
On Adım / Ten Steps
Yeni Dünya / The New World 
Kasap Havası / Kasap Dance 
Misafir / The Visitor
Memleket / Homeland
Saklı / Secret 
Uluslararası Uzun Metraj Finalistleri
- Ben, Earl ve Ölen Kız / Me and Earl and the Dying Girl
 -Birini Öldürmek / To Kill A Man 
Birleşme Noktası / Vanishing Point 
Boğulan Bir Adamın İzlenimleri / Impressions of a Drowned Man
 Fırtına Bulutlarının Altında / Under Electric Clouds 
Hazine / The Treasure 
Meleklerin Düşüşü / Those Who Fall Have Wings
Aslında Özgürüm / Free In Deed, 2015 
Parabellum / Lukas Valenta Rinner
- Saul’un Oğlu / Son of Saul 

Ulusal Kısa Metraj Finalistleri
-Günah
-Sonuç
-Allı Yeşilli
-Bir Zamanlar Bir Köyde
-Wong Kar Wai Üzerine Kısa Bir Film
-Körler Müessesesi
-Salı
-Zilan
-Mucize Aynalar
-Ukde

ve ödüller..

Ulusal Uzun Metraj Ödülleri:
En İyi Film: Kar Korsanları    
En İyi Yönetmen: Emin Alper (Abluka)
En İyi Kadın Oyuncu: Esme Madra (Nefesim Kesilene Kadar) ve Ece Dizdar (Çekmeceler)
En İyi Erkek Oyuncu: İnanç Konukçu (Kasap Havası) ve Özgür Emre Yıldırım (Eksik-Sarmaşık)
En İyi Senaryo: Mehmet Kala (Eksik) ve Şeref Nokta (Eksik)      
En İyi Müzik: Hasan Özsüt (Çekmeceler)   
Jüri Özel Ödülü: Çağıl Nurhak Aydoğdu (Yarım) ve Soner Erzincan (Yeni Dünya)
SİYAD En İyi Film Ödülü: 
Abluka                
Ulusal Kısa Metraj Ödülleri:
En İyi Kısa Film: Salı ve Guneh
Uluslararası Uzun Metraj Ödülleri: 
Free In Deed / Aslında Özgürüm

NETPAC Ödülü: 

Nefesim Kesilene Kadar
Sadece bir film izleme şansı yakalamamış adeta yaratmış ben, 91,1 adlı filmini çok sevdim. Hikaye Balıkesir'de geçiyor ve yer yer gözlerimi doldurup, yer yer de gülümsetmiştir. Hatta sesli güldüğüm de olmuştur. Özellikle hastane sahnesi gibi bikaç sahnede, Alper'in yaşadığı durum için empati kurduğumda beni fena üzse de, yerli yapımlar açısından bi şeylerin değişiyor olduğunu gösterdi, ki bu çok güzel. Hikaye sondan başa geçiyor ve sonunda ufak bi "aaa" şaşkınlığı yaşama durumu oluyor. Ben keyif aldım yani. 

Gösterimlerin çocuklar için ücretsiz olmasının yanı sıra bu seneye kadar birazcık da olsa küstürülmüş engelli sinemaseverlerin de yüzleri güldürüldü. DoubleTree by Hilton'da engelli sinemaseverler için çok sayıda gösterim gerçekleştirildi. Bunların yanında, yapılan etkinlikler de vardı. Banu Bozdemir ile Küçük Sinemacılar Atölyesi, Özgür Şeyben’in Sit-com Yazım Tekniği Atölyesi, Hasan Deniz’in Uygulamalı İleri Fotoğrafçılık Atölyesi festivalin üniversite ayağında yapılan diğer etkinlikleriydi. 


ve işte o güzel ekip

MUFF2015 Ekibi. Birkaç eksiğiyle. Hepsi ayrı güzel, hepsi ayrı ayrı kahkaha sebebi, iyi ki tanıdım dedirteni


O zaman, 7. Malatya Uluslararası Film Festivalinde, o güzel ekiple, çok güzel filmlerle, çok güzel etkinliklerle görüşmek üzere diyelim. Hani radyoda gezinirken rastlanan en güzel şarkının sonunu yakalamak vardır ya, tam sesi verirsiniz, şarkı biter, işte öyle güzel öyle buruk bi süreç oldu bende. Seneye görüşmek üzere!!




Temmuz 28, 2015

Koleksiyon tamam da ya peçete koleksiyonu??


Soldan sağa doğru zenginlik göstergesi artardı. Gidilen misafirlikte sağdakiler sunulunca annenin gözünün içine bakılırdı, aman kullanmasın da eve gidince koleksiyona en desenli, en renkli, en güzel peçeteyi ekleyeyim derdiyle. Soldakiler de bayramdan bayrama alınırdı evimize. Onun dışında 'ay başı gelsin kızım..' daki o ay başı geldiğinde peçete reyonunun en renksiz, en desensiz ama en kullanışlı servis marka peçete market arabasına atılırdı. Bizim gözler de ötekilerde kalırmış ki bunlar hala saklanır.

Aralık 30, 2014

2014 öğretti ki..

hayatınızda hiç duymadığınız gasilhane sözcüğünü yerinde görüyomuşsunuz birgün.. en sevdiğinizi de orada görebiliyomuşsunuz. başkalarına çok içten söylediğinizi sandığınız "allah sabır versin" i her duymanızda içinizden türlü türlü isyanlar sitemler geçirirken bir yandan da onu sizden alana sığınıyomuşsunuz yine..

sonra büyük konuşmam diyip yine büyük konuştuğunuzu yaşıyomuşsunuz. "ben asla yapmam" ların aslında size ne kadar yakın olduğunu görüyosunuz. yanlışa bile bile devamı. çünkü bi şeylere inanıyosunuz. sonra o bi şeylerin de o birilerinin de sıradan yalan yanlışlar olduklarını görüyosunuz. en çok ben severim diyenin en çok üzen olabileceğini de, incitmem diyip üstünüze basıp geçeni de tanıyosunuz. işim olmaz dediklerinize inanabilirsiniz. karşılığında da çok pahalı şeyler beklemezsiniz üstelik. çok basit şeylerdir ama kimine zordur vermesi işte.. 

en son sesimi yükselttiğim birinden bir daha özür dileyememe ihtimalini gördüm. sonra da duanın gücünü gördüm. bizi gerçekten yukarıda, etrafta, her yerde ama bi yerlerde bizi duyan, dinleyen, işiten bi gücün olduğunu yine gördüm. O'na yeniden inandım. 

ev kıyafeti diye bi şeyin en saçma şey olduğunu öğrendim. "en güzel, en pahalı tişörtünüzü canınız istiyosa yatakta da giymeli" yi öğrendim.

planları ertelememeniz gerektiğini, dilenecek bi özrün size getireceklerini, yiyeceğiniz 2. dilim pastanın o ayva göbeğe aldırmadan yenildiğinde daha lezzetli olduğunu, haksız da olsanız sizin atacağınız bir adımla hiçbi şey kaybetmeyeceğinizi, ama belki çok güzel şeyler kazanacağınızı öğrendim. 

çok emek verseniz de sakın pişman olmayın. bazen zorlarlar sizi pişman olmanız için. o zaman olun. 
ama onun dışında olmayın. vermediğiniz emekleri başa da kakmayın.
çok sevin. 
çok özleyin. 
çok özür dileyin. 
çok yiyin. 
çok yürüyün. 
az yalan söyleyin.
yağmurda şemsiye açmayıverin. salak romantik türk yapımı filmlerdeki gibi yüzünüzü gökyüzüne kaldırıp hissedin. o rahmeti. o özgürlüğü. o sapşallığı. ömür dediğiniz şey çok kısa sevgili okur. kim bilir kaç sabahımız kaldı. ondan sebep şimdi arayıp siz bi adım atın. bu sabahtan sonraki her sabah ve her gece istediğiniz gibi uyumak ve uyanmak için elinizden gelen muhakkak bi şeyler var. sevdiğinizi, hayallerinizi ve planlarınızı ertelemeyin. mutsuz olma sebebinize bir 2.sini daha katmayın. çünkü bazen bazı şeylerin dönüşü olmaz. sizin mutsuz olduğunuz hayatı daha da mutsuz eder sadece.

arayın. gönlünü alın. elinden tutun. filme götürün. filmi beğenmezseniz filmi seçene biraz takılıp salondan çıkın. yeni yabancı dizilere birlikte başlayın. şarap için. hatta evde sıcak şarap yapın. ibadet de edin. herkes kendince, gönlünce nasıl mutlu ise öyle işte. nefes aldığımız her an bir şeyleri değiştirebilmek için öyle büyük bir şans ki aslında. ama görebilene.

herkese iyi seneler. sağlıkla & mutlulukla.. herkesin sevdikleriyle gireceği, yaşayacağı bir yıl olsun!!


Temmuz 11, 2014

Önce minik Hevin.. 12 yaşında. Araba çarpıyor, ve korkudan kalbi duruyor.
Sonra Eylemim. 30 yaşında. Durduk yere kalbi duruyor.
Sonra annem. Onun da solunumu duruyor. Çok şükür o aramıza geri dönüyor ama. 

Tüm bu olanlardan sonra ya da tüm bu olanlara rağmen hep şükrettim. Dua ettim. Gidenlere de. Kalanlara da. Bu sırada yanımda olan, olmayan, olmak isteyip olamayan ya da olmak istemeyen ama vicdanı ağır bastığından bir süreliğine de olsa yanımda kalan herkesten Allah razı olsun.

Bu kadar olayı, kaybı, ayrılığı, güvensizliği sadece 1 yılda akla, kalbe sığdırınca insan ister istemez umutsuzlaşıyor. Güzel şeylere olan inancını yitiriyor. Ama neyse ki tutuncak bir iki dalınız, duanız, kimseleriniz var. Sayıları azalır veya artar. Ama vardır hep.

Şimdi yola devam. Gidenlere rağmen devam. Çünkü kalanlarım var. Anne bugün anjiyo olacak. Sonrası belirsiz. Belki açık kalp ameliyatı. Ve içimde bunun karın ağrısı varken az evvel ayakta öylece durup dinlerken alınmış bir karar. Evet son kez alınmış bir kararım var. Umutlarım var. Dualarım da var. 

Hayatımı daha da zorlaştıran her nesneyi & kimseyi çıkarma vakti şimdi. Hayatınızda mutlu insanlar olsun. Ya da en azından olmaya çalışan. Size inanan, güvenen insanlar. Bencil olmayan. Sizi anlayan olsun. Sizi sırtlamasa da sırtınıza binmeyecek kadar hafif, ama gönlü ağır, inancı ağır insanlar. 

Herkese iyi cumalar & hafa sonları..

https://www.youtube.com/watch?v=c3jRyQE4uUc

Haziran 23, 2014

Erken Gitmiş Doğum Günü Kızının Geç Kalmış Doğum Günü



Bi koku yetermiş. İnsanın burnunu sızlatabilmek için.. Hep deyim olarak sızlar sanırdım bugüne dek..

Az önce İstanbul'dan evinden, odandan getirdiğim, Ankara'da çok kere giydiğim yeşil hırkanı kokladım.. Teninin, parfümünün ve çok tatlı & çok hafif sigara kokunun sindiği her şeyi koklayınca anladım seni kaybettiğimizi. Seni musalla taşında öpüp gül suyuyla yıkanmış yüzünün kokusunu içime çekerken bile değil. Yürüyen, konuşan, gülen, ağlayan senin kokunu çekince anladım. Korka korka. Kokusu bitecek diye azar azar ama içime çeke çeke.. İlkokulda kokulu silgisinin kokusu bitmesin diye koklatmayan aptal ilkokul arkadaşımın o korkusunu ben yirmi dokuz yaşımda bugün anladım. Korka korka, biraz da teyzeme kalsın kokun diyerek bıraktım siyah şalını. Dolabı da sıkıca kapattım ki kokun dağılmasın. Aklımı oynatıyorum, kokunu bi daha duyamayacak olmak. En kimseye anlatamayacaklarımı hep anlatabildiğim sana bile anlatamayacak olmak.. Birgün evlenirsem seninle karşılıklı oynayamayacak olmak.. Koyuyo Eylemm. Çok pis koyuyo. 

Hep hepimizi bi arada görmek istediğin o güzel evinde dört kafa yatağına yorganına başımızı gömdük İstanbul'da. Köpek gibi kokunu aradık, nerede fazlaysa oraya gömdük ama. Sonra ablan yorganı kapatalım dedi. Anneme de koku kalsın diye de ekledi. Öyle bi sızı ki eylemim. Öyle pis, öyle lanet, öyle saçma ki her şey.. Düşünsene. Senlik bi espiriyi ben artık  yapamayacam sana. Sen argo konuşunca artık kızamayacam. İrmik helvasıyla zeytini beraber yemem için ettiğin o sonsuz ısrarını duyamayacam. Çok saçma. Öyle pişmanım ki o akşam irmikle o iki zeytini yemediğim için..

Önce birlikteyken yapabildiklerimizi düşünüyorum. Taa çocukluğumuza iniyorum. Divriği'de evde poşet poşet olan elmalara dokunmayıp da geceleri sürünerek villalarin (o zaman sadece zenginler oturur düşüncesiyle) bahçelerinden çaldığımız elmaları.. Sonra da evlerinin bahçelerinde, çimlerde keyifle kırtlamalarımızı. Senin o uyduruk plastik tenis raketlerinle yol kesip sonra dayak yememizi. Geceden birbirimizi uyandırma sözü verip, sabahın yedisinde uyanıp  birbirimizi uyandırmadan gizlice çıkıp çöplerden promosyonlu cips paketi toplamamızı, hatta cips yiyen insanları takip edip pakedi yere atar atmaz arkalarından koşmamızı.. Tüm bu çilenin üstüne saçma sapan şak şak adında bi anahtarlık kazanmamızı öğrendiğimiz andaki hayalkırıklığımız..Hem oyuncağın kendisine hem de ismine. Koca 1 aylık yaz tatilinde çektiğimiz çilenin karşılığı olarak.. Sonra benim Ankara serüveni başlıyor.. İlk şarabım, ilk sarhoşluğum, ilk sırrım, sırdaşlık, kardeşlik, bazen birbirimize yapamadığımızı sandığımız ama aslında hep yaptığımız/oluğumuz ablalık..

Sonra vakti henüz gelmemiş keşkelerim geliyo aklıma.. Sen varken evlenemediğim için Sonay'ı kıskanıyorum mesela.. Karşılıklı oynarken yuvarlak gözlerimle sana bakıp 'oldu bu iş kuzen' diye bakamayacağım için. Gelinliğime muhakkak bi eleştiri bulamayacağın için. Yan flüdumu dinleyemeyeceğin için.. Hele bu aralar.. En çok konuşmak istediğim, anlatmak istediğim.. Ama yoksun işte.

Daha kaç gün önce İstanbul'da beraber yattığımızda gece üstünü açınca üstünü örten ben, 14 şubatta aynı ellerimle üstüne toprak örttüm Eylem. Yorgan kadar sıcak tutmaz, ısıtmaz, ama bilirim üşümezsin, bilirim güvendesin.. Otuz yıl önce seni teyzeme armağan eden yaradan, vakti gelmiş ki aldı seni yanına. Şimdi hepimiz soruyoruz. Vakti miydi ki diye Bu kadar mı erkendi diye. Bilmiyoruz bu erken vakitte ne hayır olduğunu. Elbet bir şey vardır diyoruz ama geçemiyoruz.. Olmadığın her yeni gün yokluğuna alışmak yerine yokluğun daha da büyüyor. Kocaman olup oturuyo boğazımıza, kalbimize, içimize, ama bi yerlerimize oturuyor işte.. Unutmak yok alışmak var dediklerinde çok manidar ve ağır bi laf diye hafızamda yer etmiştim. Ama  yanlışmış. Alışmak diye bi şey de yokmuş meğer. Meğer sadece hayata yarım yamalak devam etmek varmış. Gülerken der yarım, öperken de, koku sıkarken de, en güzel elbiseyi giyip kahkaha atarken de. Artık sana anlatamayacağım şeyler var ve hepsi geç kaldı.

Doğum günün kutlu olsun karakızım. Tek tesellimiz elbet birgün buluşacak olmamız..

Şimdilik en içli içli dinlediğimiz bi şarkıda olsun bu buluşma..
Ve her zamanki lafınla ondan bana değil, benden ona.

Altın Yüzüğüm Kırıldı..





Haziran 13, 2014

Sustuklarim var. Konuşmadıklarım. İçimde ölen. Ölmeyen. Büyüyen. Çoğalan. Bağıran. İçimin alamadığı haksızlıkar var.  Solumu da yolumu da yaradana bıraktım. En güzeli en hayırlısı bulsun beni diye. Her biri birer dua. Dualar kabul olsun. Hayırlı kandiller.

Ağustos 06, 2012

Nostaljik yeşil ceviz kırmaca & dondurma yemece

2 gram yeşil ceviz içi yeme uğruna katlanılan eziyet.. Ama en minik parçayı çıkarmaya çalışması bile bi terapi gibi.. Sonrasında oluşan görüntü ise bu. 2 gram yiycem diye 2 hafta bu ellerle gezecek olmak:)
Keyifle & afiyetle..



Bu da çocukken "her yazın her ay başında" gidilen çook eski meşhur dondurmacı Süleyman Usta'nın yeri.. Süleyman Usta rahmetli oldu.. Ama güzel dondurmasını oğlundan yeme şansımız var. Aynı lezzetle üstelik.

Adres: PTT Yanı. Hemakip mağazasının solundaki pasaja girin. Karşınıza çıkacaktır. Mado, Abdullah Usta tarzı şık mekan aramayanların tercihi. Ha bi de dondurmadan anlayanların ;)
Afiyetle..

Temmuz 24, 2012

Erzincan-Malatya Yolu Güncesi

Günlerden yolculuk. Yani cuma.. Umursanmaz bel ağrıları eşliğinde Malatya'ya gitme aşkı ve yorgunluğu bir arada. Ama karmakarışık, ama mutlu, ama çaresiz, ama özlemiş..

Bugunu tek güzel kılan şeyse gideceğim yer şu anda. İçimdeki karamsarlık ve endişeyle kendimi zamana bıraktım. Hayırlısı diyorum. Ve tam Munzur'dan geçerken yineliyorum:

"bu böyle yarım kalmayacak"..

Haziran 10, 2012

Tuza Banıp Yüz Ekşitmece

                                         

Malatya'da bahar..

Ya da Malatya dışında baharı karşılıyorsanız bir Malatyalı için en üzücü tarafı kayısının o çağla dediğimiz yeşil halini tuza banıp banıp yiyememe durumudur. Küçükken güzeller güzeli köyümde bahar ayındaki dolaşış şeklim yukarıdaki resimdeki gibiydi hep.. En yeni alınmış tişörte (ki o zaman penye derdik biz), o penye sarkarcasına çağlalar doldurulup köyde, kapıda, harıkta o şekilde dolanılırdı. Bir elimizle penye ucundan tutulup bir elimizle de büyük bir hazla çağla yenirdi ki sulu sulu, şapır şupur, yüzü ekşite ekşite:)) Şimdi öyle yesem iğrenç olurdum heralde ama o zaman değildik. Tatlıydık. Çocuktuk:)

Ünivrsitede öğrenciyken ise Malatya dışında okuyan bir öğrenci olarak bir alo ile -babama ya da arkadaşlara biraz acımtrak bir konuşma ile- otobüse verdirirdim en kocaman poşet dolusundan. Ama şimdi Erzincan'dayım. Bu sene her haftasonu süregelen gidişlerde bolca yendi, hiç özlenmedi neyse ki. Ancak bir şey dikkatimi çekti. Çocukluğum dahil tüm evrelerimde ben Malatya'da yolda, bahçede, kenarda dizili ağaçlarda boyumdan bir zıplama mesafesi uzaklığında dahi hiç çağlaya rastlayamazdım. Herkes Malatyalı, hemen hemen herkesin bahçesi, kayısısı olur ama yolda görüldü mü affedilmezdi o çağlalar! Okul yolunda gidip gelirken hatırlarım, en uzunumuz zıplardı ki genelde en uzunumuzla en kısamız arasındaki boy farkı da bir karışı geçmemekle beraber bu da "bir avuç daha fazla kayısı"ya tekabül ederdi. Malatya'da çağla bulamazsınız iki insan boyu uzunluğundaki dallara kadar. Erzincan'da ise alt dallar dolu doludur. Burası kayısı memleketi olmadığı halde. Ben de her sabah yürüyerek işe gidiş gelişlerimde parmağımın ucuna dahi yükselmeden aşırıyorum kahvaltı sonrası. Keyifle:)

Bu resim de 2010 baharından kalma. Her bahar gelen ani bir çağla krizi ile gecenin bir yarısında bahçeden aşırılmışlardı. Bitirme tezi bitirememe sırasındaki karın ağrıma iyi gelsin diye de keyifle yenmişti..

Afiyet & keyif dilerim.. Ama tuzla!







Nisan 18, 2012

Allah'ın Çorum'unu Gittim, Gördüm, Utandım,Geldim..

Başlık özet geçiyor sanırım.. Çalışmakta olduğum kurumun bünyesindeki birimlerden birinin eğitimi vardı. Çok sevgili ve çok sayıdaki tecrübeli eş, dost, akraba ve bilumum kıdemli memurun "ne eğitim var yok git, eksisi olur; artısı olmaz" şeklinde zihnime verdikleri gazla başvurdum ben de. Eğitim için Antalya, Ankara gibi gidilebilitesi yüksek yerlerin hayalini kurarken Çorum'da olacağı haberi geldi. Bir deyim vardır hani. Çorumluluar için. Ben onu sadece Çorum ilinin kendisi için kullanmıştım, içinde yaşayanları katmayarak.. Beklenti çok düşüktü. Eğitim sonunda bir akşam çıkıp eğleniriz planlarına "Çorum'da da ne eğlenilir, nereye gidilecekse, bik bik" gibi içseslerim eşliğinde katılıyodum. Ta ki gidip görene kadar. Çorum dediğiniz yer öyle Yozgatla Çankırı gibi iller arasında anılır gibi değilmiş. Bu benim hem şahsi düşüncem, hem de eğitimde tanışma fırsatı yakaladığımız oranın yerlisi olan arkadaşların kendi beyanlarıdır.

Bi kere bir kültürü var. Yemek kültürü. Bunu Erzincan'da göremeyen ben, Çorum'da tattım. Sirkeli cacık yedim mesela. Ve ileride eşe dosta yapılacaklar listemde ilk 5'e girdi bile. İskilip dolması yendi bir de. Tek kelimyle bittim. Normalde yeni tatlara kapalı olan damak tadım hemen sevdi bu yemeği de. Bir de Çorum yöresel yemeklerinden Çorum Aşı var. Anlatmayayım ben. Gidin yiyin gelin en iyisi siz. Bu arada bizi doğru restorana yönlendiren eğitmenimiz Engin Bey'in katkılarıyla doğru yerde doğru yemekleri yemiş olduk. Eski bi konak olan restoranın her odası farklı renklerde kanaviçe ve divanlarla tasarlanmış, oda adı olarak da o rengi almış. Kanaviçeden tablolar, tahta dolaplar, fonda çalan güzel bir müzik ve loş bir ışık ile yemek keşfi ve feyzi gerçekten güzeldi.






Sonuç olarak, Ankara ve henüz benim de görmediğim ama çok güzel yorumlar aldığım Samsun'a çok kısa mesafede olan Çorum'u küçümsememenin yanı sıra bir de gidin görün derim. Olumsuz hava şartları ve eğitim yoğunluğundan dolayı gidememiş olduğumuz Hattuşa, Alacahöyük ve şu an adını hatırlamadığım manzarası güzel birkaç yeri de dahil eden bir gezi planına girilebilir bir şehir..

Bu arada burdan Yozgat ve Çankırılılar da kızmasın:) Genel bir intiba bu malesef ki Çorum eğitiminden sonra bu iki il için yanılıyor olma ihtimalimiz de var sonuçta..

d.n: Çorum'a gidip de Çorum leblebisi getirmeyen/yemeyen 4 kişilik ekibin bir parçasıyım.. Evet..