Nisan 23, 2009

Hediyesini Ellerimle Aldığım Doğum Günüm

Geçen haftadan beri yazacaktım. Olmadı. Bugüneymiş kısmet. Bugün doğum günüm. Artık büyüyorum diyemiyorum. Yaşlanıyorum sanki. Evet sanırım bu cümleyi kurmak içni henüz erken ama öyle hissediyorum. N'apabilirm ki (:

Bu doğum günüm de unutulması zor olan kutlamaların arasına katıldı. Hatta başa geçti diyebilirim. Hakkını yiyemem, gidilen mekanın, sürprizi hazırlayan hepsi birbirinden güzel arkdaşlarımın, pastamın, şarkıların, alkışların.. Anlatayım efendim. Yine bir aradayken konuşuyoruz. Bu hafta Bektaş'ın doğum günü. Ona sürpriz doğum günü yapacağız. Mekan Baran Türkü Bar. Hiçbirimiz Bektaş'a çaktırmamaya çalışıyoruz. Çünkü böyle anlaştık. O sınav teleşından unutmuştur ümidyle dolanıyoruz(!) Facebook'dan bi bakıyorm Bektaş'ın doğum günü taa yazın. Heralde öylesine bi tarih attı diyorum. Yoksa niye nisanda kutlansın ki. En yakın doğum günü de benim. Kutlama gününden bir hafta önce de sınav stresi atıp dağıtmaya gitmişiz. Benimki yine güme gidecek belli. Her hafta her hafta gidilmez ki. Son sınıfız. Projeler dizi dizi sırada (: E ama Bektaş'ın doğum günü de yazın!

Neyse efendim. Bahsi geçen gün ben okula gitmiyorum. (Kendimi yine yine yine hasta hissedesim var acayip) Hediyeye karar bir gün öncesinden msn den konuşularak veriliyor. Kimileri sen karışma biz hallederiz hesabı sonra hallederiz diyor. Kimisi ne alsak ne alsak düşün diyor, düşünülüyor, taşınılıyor ve en sonunda Tabu da karar kılınıyor. Fiyatlara bakılıyor. Tamam ugundur diyoruz. Sabah arkadaşım arıyor, hadi Real'e tabu almaya. Öznur zaten 2 de uyanmış. Hemen gidiyoruz tık diye alıyoruz, birkaç o anda kararı verilen alışveriş, yemek. Ve saat 20.30 u gösterirken ben annemin kızı olduğumu hatırlatıp 20:00 de buluşulacak yere 20:40 da ancak gidiyorum. Çünkü durup durup o gün süslenesim gelmiş. En son Özlem'le ben gidiyoruz kuaförden çıkıp. Yolda giderken de arkdaşlar arıyor, "Hadi Öznur! Nerdesin ayıp oluyor Bektaş'a" diye bir de tatlı bi fırça yiyorum. Kendi çapımda 2 cm i geçmeyen topuklu ayakkabılarımı (!) giymişim -ki yalan, sadece sesi var, topuğu yok!- koştur koştur giriyorum mekana. Masanın baş köşesine 'çakma' doğum günü çocuğu oturumuş, bense eeeenn köşede sarı marı bir şey (: Müzik zaten başlamış. Siparişler veriliyor. Çalınıyor söyleniyor, oynanıyor. Ve pasta geliyor. Ben nasıl heyecanlı heyecanlı pasta için ellerimle yer açıyorum. Tüm bunlar olurken de hala Bektaş'a "doğum günü çocuğı naber" dememek içni kendimi zor tutuyorum. Orkestradan klasik doğum günü kutlama şarkısı Ahmet Kaya'dan doğum günün Kutlu olsun mutlu ol senelerce sana boncuktan kuş yaptım konacak pencerene diye giden şarkı geliyor. Pastadaki mumuların ışığıyla kamaşan görlerimi Bektaş'a çeviriyorum.. İyi ki idoooğğğduuunn Beektaaaşş diye kendimi paralıyorum melodimi duymak için. Ama benden başka kimse bakmıyor Bektaş'a. Hatta daha tuhaf bir şey var. Tüm gözler bende. Herkes gözümün içine bakıyor pis pis gülerek. Pastaya bakıyorum. "İyi ki doğdun Öznur". Zaten o yazıyı görmemle orkestranın "Öznur Hanım iyi ki doğdunuz" tebriği aynı anına denk geliyor gecenin. Elimin ayağımın nasıl titrediğini hatta çakşadığını, o heyecanı, şaşkınlığı anlatamam bile buradan. Orada görenlere soracaksınız. Gece artık benim için daha keyifli hale gelecek tabi. Daha bir coşar şekilde oynayıp duracağım. Daha büyük kahkahalar atacağım. Sırıtık bir yüzle halay çeken bir tip düşünün ki o da ben olacağım. İşte o şaşkınlığın içerisnde, o birkaç dakikada, hep lanet ettiğim bu şehirden giderken özleyeceğim 'birileri' nin olduğunu hissetmek çok güzeldi. Çok derin hissettim bunu o gece. Meğer ellerimle aldığım hediye hediye-m-miş. Meğer masada ellerimle yer açtığım pasta pasta-m-mış. Meğer buradaki arkdaşlar arkdaşlar-ım-mış. Meğer gerçekten özlenecekler-miş.. Güzel oynadıkları için, bana böyle bir anı verdikleri için özlenecekler-miş. Hepsine bir kez de buradan teşekkürler!

Bu arada hediye tabu olunca paylaşılamaması henüz Real'den dönerken başladı Şafak'la aramızda. Yok bir hafta bende kalsın yok sende kalsın. Yok içindeki adı sonradan konan Kıprık hiç değilse benim olsun. Yok Bektaş ne yapacakmış da Kırpık'ı filan. Nasıl fesatlıklar yapıyoruz anlatamam. Hediye paketini de beğenimiyoruz fiyonk yok diye üzerinde. Amaan boşver, Bektaş öyle şeylere bakmaz" diye kapatıyorum o konuyuda. Ama hediye bana öyle fiyonksuz verilince de hırrrr yapıyorum nerde bunun fiyonku, süsü püsü diye (:

Sebahat'ciğim de çok şirin 2 cağ (örgü şişi) ve 2 sevimli yün almış simli simli, örenbayan kişiliğimi göz önünde bulundurarak. Zahmet etmiş ama çok da iyi etmiş (: Çünkü çook tatlılar!

Organize edenlere tek tek teşekkürler, özellikle de gecenin öncesinde yemek yerken Şafak'ın "Öznur kusura bakma seninkini ayrıca kutlayamayız, projeler var ama üzülme sana da mum üfletiriz" diye beni teselli ederkenki (!) süper ötesi rol yapabilitesi için ona da benden tebrikler!

"Büyüdük de sanki ne oldu.
Bedavaydı çiçekler, taçlar yaparıdık.
Düşsek bile olsun, yeniden kalkardık. Acıtmazdı hayat..
Ve birden büyüdük aniden.
Ve birden küçüldü hayaller.
"

Kapanışı yeni keşfettiğim Ogün Sanlısoy'a ait şarkının en güzel satırlarıyla noktalarken,
Ne diyoruz efendim.
İyi ki doğmuşum!



Sadece bana!

Nisan 13, 2009

Ozy'nin Huzur Tanımı

Dün günlerden pazardı. Yorucu, çok ama çok yoruycu bir vize haftasını daha devirmenin verdiği yorgunluğu atmaya çalışıyorum üç gündür. Peki yetti mi? Tabi ki hayır. İster bir hafta ev tembelliği izni versinler yine atamam o yorgunluğu. İnsan hem yorgun hem tembel olunca.. Yetmez. Yetemez. Gün ışığını görene kadar not çıkarmalar, yazmalar, çizmeler, bilgisayar karşısında sızlamaya başlayan gözlerle savaşmalar, sırta yapışan mideye acımalar.. Bir de değse üzülmeyecem. Ama nerde..

Vizelere hazırlanırken, pardon vizelerle çırpınırken, kendim için yaptığım tek şey zamanı çabuk geçirecek, beni motive edecek cümleler kurmak oldu. Peki geçti mi daha hızlı? Hayır (: Yorulduğum her dakika daha bitiş sonunda kendime ödül olarak hazırladığım listemdeki işlerin sayısı arttı da arttı.

Önce evde 48 saat boyunca yemek yemeden, aralıksız uyumak sözü verildi kendime. Ara ara uyanıp, saate bakmadan, zaten kapatılmış olan cep telefonuma gelen mesaj ve çağrıların sahiplerini, sayısını merak etmeden tekrar uyumak.. Ev faslı bitince de..

Dinlenmem ve demlenmem bitince evi, yatağı öylece bırakıp sırada dışarıya çıkmak vardı listede. Çıktık da. Arkdaşlarla toplanıp ve bir türkü bara gittik. Güzel geçmedi. Çook güzel geçti. çünkü şemmame ve mircan oyunlarını kaptım sonunda! Burdan ilgilenenlere söylüyorum. Kursa filan hiç gerek yok. Hiç ama hiç bilmediğim oyun esnasında hiç düşünmeden çıktım piste arkadaşla. Hem kime rezil olacaktım ki? (: Birkaç tur fütursuzca dönmeler, saçmalamalar, anlamsız adımlar. Sonrasında tam oldu dedim. Oyun bitti. Gecenin başında karşıma çıkan tesadüfü buraya yazamayacağım. O ayrı bir yerlerde yazıldı ilgili arkdaşlara, dostlara forwardlandı. Tüm günümü hatta haftamı etkileyecek bu tesadüf için sadece şunu yazabilirim burdan. "Dua ederken artık dinlendiğimi daha iyi biliyorum.."

'Tesadüf' kavramımı değiştiren bu olayın cereyanı hala bitmedi. Yakında o da biter geçer ve gider.

Geriye kalansa ozy'nin Huzur tanımıdır:

Yorgun bir sınav haftasının daha sonrasında sadece ve sadece bir minder isterim. O minderde ve hemen başucumdaki sobanın dibine kedi gibi kıvrılasım gelince de yanında tarçınlı fındık parçalı kurabiyemin tadını çıkarasım gelir.
İşte yeryüzünde sadece Öznur için yeterli ve de geçerli olacak bir 'huzur' tanımı. Kurabiyemde tarçın olmazsa eksiktir o huzur. Ha unutmadan. Bir de kurabiyelerim kalp şeklinde ve de kocamanlarsa değmen keyfime.

ozy'den sınav yorgunlarına gelsin efendim..

Nisan 01, 2009

Puzzle ben

Tam da tahmin ettiğim gibi.. Mühendislik öğrencisi olma sıfatının başına bir de 'son sınıf öğrencisi' sıfatı gelince sadece bir zincirleme isim tamlaması olmuyor olay. Bu kadar uzatırım arayı tabi. Neyse. Geldim işte yine.

Yorucu bir günün ardından beni ekleyen yorucu tam 7 gün daha var. Koca hafta! Artık neden burdayım, neden bu bölümdeyim gibi yanıtını bildiğim ama olan durumu değiştir-e-meyen suallerimi sormamaya karar verdim kendime. Burdayım, ve yapacak pek bir şey yok durumumu değiştirme açısından. Ama yapacak çooook iş var. Projeler, ödevler, quizler, ve ne 2 haftaya yaydırılmış ne de hazırlık dönemi verilmiş 5 gün içinde gireceğim 8 baba dersin vize 'haftası' var. Hayır, madem vize tatili vermediniz, o zaman iki haftaya yayın. Hayır madem yaymadınız, ödev vermeyin. Hayır madem verdiniz, teslim süresini uzatın. Çıldırmamak içten değil. Bildiğim kadarıyla ben 1 taneyim. Gün de 4,404 milyar yıldır 24 saatten oluşuyor. Hangi birine nasıl yetişeyim!

Yani ne benim amip misali bölünerek çoğalabilitem var, ne de günü 25 saat yapabilitem ..
Yazın zaten işkence devam edecek. Bırakın beni ya. Bırakın da uyuyayım. Lost sezon 4'e başlayayım. Blog yazayım. Keyif yapayım. Tarçınlı kek yapayım. Yeni yeni kurabiyeler deneyeyim. Kedi modunda miskin miskin uyuklayayım. Puzzle gibi hissediyorum artık kendimi. Her parçam bir iş yaparsa belki yakalarım hayatı.

Neyse ben ufaktan şu e-ticaret sitesine devam edeyim. Bahar dönemi de yaz dönemi de yoğun geçiyor-geçecek ne de olsa.. Çünkü bu sene yine yaz okulunu kazanacağım (:



Yine gelecem!