Aralık 14, 2010

Tavsiye Niteliğinde Link

Geçenlerde blog keşiflerimden birinde rastladım bu siteye. Çok çok eğlenceli. Önce ufak bi tanıtım yapayım ki siz zaten giriş yapıp gerekli yazılımı (gerekliyse) indirdiğinizde zaten göreceksiniz. Girişte onlarsa seçenkten istediğiniz dili eçebilirsiniz. Ancak odalarda 10 kişilik limit var. Giriş yaptıktan sonra odadaki oyunculara sırasıyla belli bir süre içerisinde anlatmaları gereken sözcükler görüntüleniyor. O sözcüğü ipucu ile veya direkt çizerek anlatmak zorundasınız. Kelime zor gelirse sıranızı savabiliyorsunuz (bu sözcüğü babannenemden başka kullanan bir ben bilirim benden içeri). En hızlı ve en çok doğru cevabı bulan 1.oluyor. Ve emin olun, 1.lik derdiniz olmasa da çok çok çok eğlenceli sayfa.

İyi eğlenceler!
dn:sayfanın açık olduğu sekmenin hemen yanında seslisozlukum açıktır:) ama çok vakit kaybetmeyin sözlükte. aksi halde oyun sayfası "sanırım öznur bilgisayar başında uyuyakalmış keh keh" diyip sıranızı geçiyor. Demem o ki "Hurry Up!"

http://www.isketch.net/

Musmutlu Ozy

şeker kız candy anthony'le evlendi
bunu duyan lisa kıskançlıktan geberdi
gebermeden önce şu sözleri söyledi
bıktım senden bıktım senden çilli kiz:)

Hayır hayır.
Sanmıyorum ki yer yüzünde biri var ve o ki 22 Nisan'da "Şeker Kız Candy" nin tüm ama tüm bölümlerinin orjinallerinden bulup da bana hediye edecek. I ıh.. Yoktur ya.

dn: Şimdilerde 'serseri' seviyosak, suç Candy'ninir. Terry'nin değil:)

Kasım 27, 2010

Bu Adamın Bana Garezi Var..

Unutmak zorunda olanların şarkısı.. Emre Aydın'dan yine.

"hoşçakal,
olacaklar sensiz olsun..
daha durmam boşluklarında ben,
unutuyorum.."

Söz-Müzik: Emre Aydın

Sen hiç görmedin
Su vermeye benzedik
Plastik çiçeklere
Hiç görmedin

Sen hiç görmedin
Dans ettik durmadan
Kırık camlar üstünde

Sen öyle sana benzeyen her şey gibi
Erirken avuçlarımda ben
Unutuyorum

Hoşçakal
Olacaklar sensiz olsun
Daha durmam boşluklarında ben
Unutuyorum

Sen hiç görmedin
Baştan böyle yazılmış
Yok kimsesi kimsenin
Hiç kimsenin

Sen hiç görmedin
Sonu baştan yazılmış
Bitti bitti bitti kelimelerim.

Sen öyle sana benzeyen her şey gibi
Erirken avuçlarımda
Ben unutuyorum

Hoşçakal
Olacaklar sensiz olsun
Daha durmam boşluklarında ben
Unutuyorum

Eylül 27, 2010

Olimpiyat Köyü ve 3 Yaş İşçileri

Yorumlarıma, yazacaklarıma, serzenişlerime bence hiiç lüzum yok. Fotoğraflar gezildiğinde hepsini duyar gibi olacksınız zaten. Utanıyorum. 2 çiftten fazla ayakkabım olduğu için, ve ayakkabım az dediğim için, cezvenin dibinde kalmış sütü lavaboya dökebildiğim için, duşta gürül gürül giden su için, ekmekleri yetmez diyip fazla fazla alıp küflenmeleri için yeterli zamanı ayırdığım için.

Ulan hayat! Ulan para! Bir gün ters döndürecek seni o kendisi kadar taşı taşıyan çocuk. Eğer sana yenilmezse. Öznur demişti diyeceksin sen de. Sırtın yerde..

Ağustos 05, 2010

Bir Daha Kaybolmamak Üzereeee

Geldim blog!
Epey oldu. Hatta o kadar olmuş ki "Geldim Blok" yazma teşebbüsünde bile bulundum bir an. Ama bende bir bahaneler var bi bahaneler var. Anlatacam hepsini efendim. Sırayla.

1) Ankara stajı sonrası bitirme tezi yapıldı, sunuldu, teslim edildi ve MEZUN OLUNDUU(:
2) Hiç vakit kaybetmeden KPSS denen aptal sınav maratonuna bi kere girilmiş bulunuldu ve o hep küçümsediğim Trablusgarp Savaşı ile Sevr maddeleri arasında haftalarca hatta aylarca yüzüldü.
3) Sınav bitti peki neden hala yoktum ortalarda? Çünkü sırada cv yi güncelleme var. Sertifikalar alınmak üzere.
4)  E burdayım işte.

İlk iş caanım memleketim Malatyam fotoğraflanacak. Ciddi bir fotoğraf albümü hazırlıyorum. Fakat profesyonel bir makinem yok hazırda. O da olacak efendim. Hele şu KPSS bir açıklansın. Biz de yolumuza bakalım di mi ama. Şimdi hiç kpss gerekliliğine, mevzuata, ıvırza zıvıra giremeyeceğim. Bloğumun keyfinni kaçırmaya niyetim yok şu sıra. Sonuçların açıklanması an meselesi. Ve ben kendimi her türlü sonuca son haddinde hazırlamış bulunmaktayım. Üzüntümün çok olmamasını dilerken beni ve evdekileri sevindirecek bir sonuç gelirse de köpekler gibi  ordan oraya şuursuzca koşacağımı biliyorum.. Koşarak köye bile haber salabilirim. O derece. Diğer türlüsünüde ise "hakkımda hayırlısı böyleymiş" şeklindeki söyleniş modu, şekli, hali, tavrı hatta  öğelerinin dizilişinin dahi yıllardır değişmediği cümlemi kurdum, cebimde bekliyoruz. osym ciğimi (!) bekliyoruz.

Efendim ne demişler.. Hakkında hayırlısı (: Şaka bir yana, Sevgili Bakıcımız, Halise Abla sınavdan 'yüzüm yerde' çıkış halimi gördüğünde tek bir cümle kurmuştu ve o gün o cümleyle kendime gelmiştim irkilerek.

"Eğer senin hakkında yazılmışsa, o işin rızkından kimse ekmek yiyemez kızım, ama yok hakkında yoksa o rızkla alınan ekmeği çiğnesen de yutamazsın. Elinden geleni yaptın, şimdi bekle.."

İşte bitti.. Bir türlü kabullenemediğimiz ama esasında her noktamızın, hayatımızdaki pürüzlerin silinişlerine ya da oluşumlarına tanık olurken takınmamız gereken duruşun özeti..

Beklemedeyim..

Nisan 07, 2010

Sayılı Günler

Çoğu gitti azı kaldı derken işte gitme vakti. Perşembe günü gidiyorum Malatya'ma. Aslına bakarsanız işim çoktan bitti burda ama bir şeyler daha öğrenme ümidiyle hatta planıyla kalmaya devam ettim. Gelin görün ki ne plan ne de ümit gerçekleşemedi şirketin cimriliğinden dolayı. Yapacak bir şey yok. Patronum (!) Tuğçem'le geçen günlere sarılıp gideceğim işte. Çok alıştım yine. Çok özleyeceğim yine. O dik duruşunu, beni rahatlatışını, ısmaladığı yemekleri, bilmese bile çaktırmayışını (:  Ha bir de bir türlü sonu gelmeyen yemeğimi bitirmemi beklerkenki bakışlarını..

Gittiğimde kpss, el işi, blog derken epey yoğun geçecek ama tatlı bi yoğunluk olacak. En azından ben öyle umuyorum. Sabah yine 7 de uyanacağım. Güne erken başlayıp geç bitireceğim. Çok şey yapasım var sevgili okur. Öyle böyle değil. Bak mesela şu listeye.

Ankara, bir başka baharda, temiz bir kafayla tekrar buluşmak dileğiyle.. Mümkünse kısa olanından olsun. Malum buluşmalar..

Mart 21, 2010

Neymiş Benim Şu Hep Özlediğim Çocukluğum?

Leblebi tozudur,

hiç uçurtma uçurmamanın eksikliği, hatta belki de ezikliğidir,

hep bir kumbara istemektir en uğur böcekli olanından, ama asla sahip olamamaktır,

soba üstünde kızan ekmeğin üstüne bırakılan tereyağın eriyşini tereyağına üzülerek izleyecek kadar masum olmaktır,

bazı günler de aynı tereyağının erirkenki keyfini izlemektir üstüne bal çalarken,

soba telinde kurumaya çalışırken kazık gibi olmuş pijamaları giymeye çalışmaktır,

tütün kokusudur,

anne elinden biberonda yoğurttur, mümkünse şekerlisinden ve koca delikli yeşil biberondan,

babayla gidilen gezmelerde babanın "selamaleyküm" selamından selam verdiği herkesi "ali" zannetmektir, ve şaşırmaktır,

kızkardeşle aynı giyinmektir, ikiz olmamak ama ikiz gibi giydiren anneyi sevmektir,

köyde evin önündeki harıkta babaanne donuyla yüzmektir bileğe gelen suda, ve aynı suda boğulmamaya çalışmaktır,

4 yaşında hülya avşar'ı sevip sevmediği soulan babadan "sevmiyorum" yanıtını almanın akabinde dünyanın en mutsuz çocuğu olmaktır,

yine köyde elektriklerin kesildiği her gece dünyanın en mutlu beş kuzeni aydede oynamaktır on parmakla, ve aydedeye başlamadan önce işaret parmağını ağızda bir güzel ıslatmaktır "ooo" çekerken,

sıcak çaya soğuk su eklemektir

kaysı ağacından düşmektir, düşüş sonrası dizlerde harita haline gelen izleri sevmektir,

babanın kollarında tavana doğru hoplatılırken bir yandan saçların tavana benden önce varışını izlerken bir yandan da babanın "hooop pala" derken neden bu kadar mutlu olduğunu anlamaya çalışmaktır aynı anda,

sobadır, huzurdur, sıcaktır, ak ve paklıktır, beyazlıktır, yüzde gitmesi için şimdilerde bin pişmanlık duyulan çillerdir çocukluk.

papatya toplamaktır köydeki evin arka bahçesinde kendiliğinden bitenlerden, ve mümkünse en miniklerinden,

duta çıkıp dut böcekleriyle savaşmaktır,

köy meydanındaki çeşmede su savaşlarıdır,

ve daha yazılacak bir sürü "huzur" veren şeydir. Benim çocukluğum.

Özlediğimdir. Geri istediğimdir.

Mart 03, 2010

- çok iyi bir masalcı olmak
- anlattığım öykülerle insanaları keyiflendirebilmek
- güzel şarkı söylemek
- evde birikmiş kitapları mecmuaları bitirmek
- bir dansı bilmek
- en azından bir enstrümanı çalmak
- bir spor dalında iyiym diyebilmek
- bir şiiri, en azından sevdiğim olanı, ezbere bilmek

....

isterdim.

Nereden mi çıktı tüm bu kendime sitemlerim. Bir anket yaptım. Bu soruların yanıtı eksik kaldı. Tüm diğer sorulara takır takır evetli hayırlı yanıt veren ben son soruda epey düşündüm. Anketin son sorusuna geldi sıra.

"Siz yaşıyor musunuz?"

Son soruya verdiğim yanıtsa beni benden aldı. Opsiyonel. Yaptığım boş/saçmalık silsilesi işler de yapacağıma dair söz verdiğim ve bir daha uğramadığım nice güzelliği yapmamaktaki direnişi seçmek de. Her ikisi de opsiyoneldi şimdiye kadar. Sonuç? Ben yaşamıyorum.
Nefes veriyorum.
Yürüyorum.
Nefes veriyorum.
Almıyorum verdiğimi.
Yemek yiyorum.
Yine nefes almıyorum.
Sırf doymak için sofradayım. Sırf yemek için yiyorum o bir dilim tarçınlı keki. Keyif almak için değil. Planlarımı dokumante ediyorum sadece.Arşiv olacaklar pek yakında. Sonra bir anda öleceğim. O arşivdeki hiçbir "mutluluk kaynağı" m olacak planlarıma dokunmamış olarak gideceğim. Giderken de yalnızca kendime küfredeceğim.

"Kendine bir bak
Sonra kendini bir gör
Sonra da işe koyul"

Tam zamanı. Şimdi değil ise ne zaman? Ya yarın yoksa?
Ya da yarın ben yoksam??

..

Tüm bunlar henüz başlamaya çalıştığım bir kitabın daha ilk sayfasını okurken çıktı. Devamını getirmeye korkuyorum kitabın şimdi. Nasıl bir gücü varsa artık.. İlk sayfadan kendine kızan Öznur geliverdi bir yerlerden.

Kitabın adı mı?
"Yaratıcı Zekanın Gücü"

Yazar mı kim?
"Tony Buzan"

Yayınevi mi hangisi?
"€psilon"

İyi keyifler efendim. İyi okumalar. İyi farkedişler. Sevgili blog okurum. Canım. Cicim. Hadi, bu kitap bana, bense size vesile olmuş olalım. İşe koyulmak üzere. Ben şimdi gidiyorum. Birikmiş kitaplarımı sıraya koymadan, elime ilk gelene dalmaya, iğne iğliğimi elime alıp hayran olduğum ama pahalı olup alamadığım yastığı dikmeye.

Yine gelecem. Yaşıyor bir halde! Nefesimi gülerken veren bir halde. Sevgiyle.

Şubat 23, 2010

Kaçak dönmüş

Utanıp da bakmadım bile en son ne zaman yazdığıma. Az çok tahmin ettiğim için. Bakamadım. Ama kızdım kendime, merak etme blog izleyicisi. Bir daha olmayacak. Hayır yani gören de zorla açtığımı zannedecek blogu. Derdim ne ki yazmıyorum. Neyse. Artık buralardayım.

Şu sıra Ankara'dayım. Döndüm dolaştım geldim yine koşarak kaçıp kurtuldum dediğim kente. Ama bu kez biraz daha farklı Ankara gözümde. Evet yine yoruyo ama daha az, evet yine pahalı ama daha az, evet yine büyük ama daha küçük. Demek öğrenci gözüyle daha korkunç, daha berbat, daha canavar gibi geliyodu bu şehir bana. Ankara'dan bahsederken önüne olumlu olmayan bir sıfat, bir önek koymadan Ankara'dan bahsettiğimi hatırlamıyorum. Ama artık o sıfatlar yumuşadı gibi. Hemen şımarma Ankara. Seni hala sevmiyorum. Hala gönlümden geçen bir numaralı 'yaşanılası şehir olmadığın gibi henüz o listede bile yoksun sen. Ama sanki işim gücüm buralarda mı olacak gibi. Neyse. Ben şu stajı bir halledeyim de. Sonrası gelir nasılsa.

Evet stajdayım. Stajdan çıkıp kumaş, yün, pul ve boncuk satın alan bir stajyerim. Mühendisle öğrencilik arasında tıkılıyım hala. Hatta bu çembere bir de evkızı sıfatını da ekleyebiliriz. Ekledik. Ama çok az kaldı. Diplomaya. Okulu özlemeye. Öğrenciliği özlemeye. Adana için aynı şeyleri söyleyemeyeceğim ama (:

Şimdi biraz çalışma zamanı. Verilmiş bir sürü pdf çevirim var. Biraz kategori olşuturmam gerekecek. Çünkü imalatlarım ortaya çıkmaya başladı artık. Demiştim ya. Artık boş durmak yok (:


'Ve işte yine ben ve ben yine geldim'

Sevgiler benden blogcu. Kaçak dönmüş.